Tarih: 20 Ocak Pazar.
Babam, Elif (kardeş) ve ben sabahın beşinde kalkıp, 6 gibi arabaya yüklenip, 6:15 gibi Çiğdem'i (CiT) alıp, 7 gibi havaalanına geldik. Hayvan gibi bir bavulum var. Tartıyoruz, 33.3 kg. İzin verilen: 32 kg. Bavulumu hafifletip sırt çantamı ağırlaştırarak bagajımı teslim ediyorum. Yolculuk başladı sanki...
Şöyle bir rota üzerinden gittik ve dünya gözüyle Manchester ve Grönland gördüm. Eriyor lan buzlar, her yer çatır çutur kırılmış. Kutup ayısı göremedim ama hiç. Bedevi de yok zaten.
Neyse... Özel hayat.
Kanada üzerinden ABD'ye inerken de petrol boru hatlarını gördüm, onlar da ayrıca çirkindi. Uçsuz bucaksız, karla kaplı arazi üzerinde etrafındaki karları eritmiş dümdüz çizgiler. Yazık lan.
(O kadar atıp tutuyorum da, bindiğim uçağın 8800 kilometre boyunca ne kadar benzin yaktığından haberim var mı acaba?)
Uslu bir yolculuktan sonra (3 şarap, 2 kahve) alçalmaya başladık, Michigan Gölü üzerinde Chicago'ya dönüp inişe geçtik. Bu arada gölün yüzeyi buz tabakasıyla kaplıydı ve çok güzel görünüyordu. Ama hiç fotoğrafı yok bu yukarıda saydıklarımın çünkü fotoğraf makinem sırt çantamın içerisinde tepedeki bagajdaydı. Yanımdakini kaldırıp da makineyi alamadım.
Kanada'daki boru hattıyla ilgili bir şey buldum interneyde ama:
Pilotumuz uçağı edebiyle indirdikten sonra (ben uyumaya çalışırken girdiğimiz hava boşlukları için özür dilercesine...) şöyle bir anons yaptı ve beni Amerikan Rüyası'ndan uyandırdı: "Dışarıdaki hava sıcaklığı -22 derece santigraddır. Bizimle uçtuğunuz için teşekkür ederiz."
O an aklıma gelen tek şey, az ilerde ayağında sandalet gördüğüm adamın ne yapacağıydı. Bir bildiği vardı herhalde, kendisinden bir daha haber alamadım ne yazık ki.
Pasaport kontrolü düşündüğüm/beklediğim/duyduğum kadar sıkıntılı geçmedi. Asabi bir güvenlik teyzesi elime bir form tutuşturdu, öğrenci numarası vb. soruyordu, neresini niye dolduracağımı anlamadım. Diğer güvenlik görevlisi ise şirin sevimli bir kızdı. İşteki ilk günüymüş, sorumun cevabını bilmiyormuş. Bin defa özür dileyerek gidip asabi teyzeden öğrendi geldi onları doldurmama gerek olmadığını. İyi polis kötü polis burada en çok başvurulan yöntem galiba.
Bavul, pasaport, gümrük vb. işlerinin ardından iç hatlara geçtim ve uçuş kartımı alıp sonraki uçağımı beklemeye başladım. Hava boşluğunda bir saat uyumaya çalışmam sayılmazsa 18 saattir ayaktaydım.
Saat beşte göt kadar Champaign uçağına bindim (45-50 kişilik bir şey), yerleştim ve uçak piste doğru hareket etmeye başladı. 3 dakika olduğumuz yerde durduktan sonra pilot uçuş bilgisayarlarından birinin saçmaladığını ve riske girmek istemedikleri için körüğe tekrar yanaşacağımızı ve kısa bir bakımın ardından havalanacağımızı söyledi. 5 dakika sonra da hepimizi indirip bir sonraki uçakta 10, daha da sonrakinde 15 kişilik yer olduğunu, o uçaklarla gideceğimizi söyledi. İpnetor...
Sıra bana gelene kadar sonraki uçak dolduğu için saat 7 uçağına bilet verdiler. Akşam 7'de uçağa bindiğimde 22 saattir ayaktaydım.
Kısa bir uçuşun ardından Champaign'e indim ve Bora'yla Tanıl beni havaalanında karşıladılar. Bavulumu yüklenip 3 dandik fotoğrafını ve haritadaki yerini görerek kiraladığım evime bıraktık ve yemek yemeğe, oradan da ev alışverişine süpermarkete gittik. Tencere-tava, çatal-bıçak, havlu, nevresim takımı, yastık, çöp torbası, temizlik malzemesi, ketıl, french press gibi her evde olması gereken temel şeylere 300 dolar verdikten sonra tekrar eve geldim. Tuvalet, lavabo temizliği ve nevresimleri yerleştirmemin ardından sonunda yattığımda 28 saattir ayaktaydım. Ertesi gün (21 Ocak) Martin Luther King Günü olduğu için resmi tatildi ve inek gibi uyumak için çok güzel bir gündü. Matrin Luther King'i saygıyla anıyorum. O bir rüya görmüş. Ben o gece rüya gördüysem de hatırlamıyorum, çok fena uyumuşum.
Gelecek yazı: Come On Eileen, Açık Pencere, Champaign'deki ilk gün.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
can bey, amarigaya ayak basar basmaz başlattığınız cd almaca furyasını da anlatınız :)
(aman deminkinde "..." göründüm de kıl oldum; ondan sildim :D )
Yorum Gönder