(Tempe, Arizona) (5 Nisan 2008)

9 Kasım 2009 Pazartesi

"ben"in huzur kaçıran olasılıkları


"Biz" demek hükümdar olmak demekti; fakat adil davranmak ve akıl yürütmek adına, avam tabakasının da şüphesiz zaman zaman kendilerini çoğul olarak düşündüğünü değerlendirdi.

Haksız mıydılar? Yoksa kendisi mi haksızdı? Belki de, benliğin toplumla aynı şey olduğu görüşü, dünya üzerinde herhangi bir varlık olmanın akıbetiydi; ne de olsa böyle bir varlık, ister istemez başka varlıklar arasında bir varlıktı, bütün şeylerin varoluşunun bir parçasıydı. Belki de çoğulluk, salt Hükümdar'a mahsus bir ayrıcalık değil, belki de, her şeye rağmen, onun ilahi hakkı değildi. Kaçınılmaz olarak, hükmettiği erkek ve kadınların da kendilerini "biz" olarak tasavvur ettiğini ileri sürmek mümkündü. Belki onlar da benliklerinin çoklu olduğunu düşünüyor; kendilerini, kendileri artı çocukları, anneleri, teyzeleri, işverenleri, dindaşları, meslektaşları, aşiretleri ve arkadaşlarından oluşan çoğul varlıklar olarak görüyorlardı. Benliklerinden biri çocuklarının babası, diğeri ebeveynlerinin çocuğuydu. İşverenlerinin karşısında, evde karılarının yanında olduklarından farklı davrandıklarını biliyorlardı. Tıpkı kendisi gibi, onlar da içinden çoğulluk fışkıran benlik çuvallarıydı.

Çok benlikli tebaası kendileri hakkında çoğul yerine tekil şahıs zamiriyle düşünmeyi başarabiliyorsa, o da bir "biz" değil de bir "ben" olabilir miydi? Bizzat ve basitçe kendisi olan bir "ben"var olabilir miydi? Yeryüzünün kalabalık "biz"leri altına gömülmüş, çıplak ve yalnız "ben"ler var mıydı?

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Frisco

Frederick Turner, sınırların uygarlık için emniyet sübapları olduğunu söyledi. İnsanların çıldırmamak için gittikleri yerler. Ne zaman düzene uyamayan tipler ortaya çıksa... Deliler, huzursuzlar, uyumsuzlar... Eşyalarını toplar ve sınıra doğru yola çıkarlar. Amerika da böyle doğdu. Avrupa'daki daha sonra 13 koloniyi oluşturacak bütün çatlaklar ve sorun çıkaranlar toplanıp sınıra yollandı. Bazıları buna da uyum gösteremedi ve daha da batıya gitti. Bu yüzden bütün deliler sonunda Kaliforniya'da toplandı.

"Proud of y'all!"

"Razz"



Dönmeden Kaliforniya'yı da gördüm, konferansı orada düzenleyenler ve yol paramı karşılayanlar sağolsun. İki hafta kala tatil gibi de oldu kafa dinlemek adına. Şimdi, son işler ve dönüş hazırlıkları...

25 Haziran 2009 Perşembe

İşler yetişir??

Pazartesiden beri St. Louis'de kalıyorum. St Louis sular idaresinin şebekesinin analizini yapıyorum bana verilen internet bağlantısız, engelli bilgisayarda. Bütün gün çok yorulduktan sonra neyse ki çok güzel bir otelde kalıyorum da akşam dinleniyorum. Evimden daha geniş ve güzel bir stüdyo denk geldi. Daracık bir otel odasında 4 gün yaşamaya çalışmak üstüne binerdi gündüzün yorgunluğunun. Gerçi akşamı da diğer işlerimi halletmeye çalışarak geçirmem gerekiyor da pek beceremedim.


Yoruldum ve sıkıldım artık. Dönüş psikolojisi olabilir. Bitse de gitsem demeye başladım bir süredir zaten. İşler tamamen bitmeyecek ama bayağı iyi bir yerde olacağım. Dönünce rahat olacak mıyım? Hayır. Yoğunluk gene devam edecek; gene tembel olacağım ben. Ama artık dönmek istiyorum.

Geçici mekanlarda değil, "benim" dediğim yatakta uyuyup; "benim" dediğim sokaklarda yürümek istiyorum.

Buradan daha güzel değil belki, ama benim.

Rahat battı burada özetle.

14 Haziran 2009 Pazar

"Tarih çoğu zaman yanılır; ama biz, ölümlülere özgü o korkaklığımızla, onun kararlarının neden doğru olduğunu, olup bitenlerin neden kaçınılmaz olduğunu ve soylu düşlerimizin neden boşa çıkmayı hakettiğini açıklamaya çalışırız."

Amin Maalouf, Yolların Başlangıcı

11 Haziran 2009 Perşembe

No School Like The Old School


Slash, bir röpörtajında yeni rock grupları hakkında konuşurken demiş ki:

"Because radio doesn't play it and because there's not what I would consider a vibrant scene, especially in LA. I mean, there's a slew of metal bands and they're all great, but I can't deal with the vocals. The musicians are amazing but it's hard for me to listen to because the vocal style has gotten so that it's not musical at all."

Seviyoruz kendisini.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Hamdolsun, I'm dining fine


Aman evladım orda ne yiyosun bi başına; nasıl doyuruyorsun karnını diyenlere cevap olarak en son yediğim haltı göstermek istiyorum burada. :)

Babamla Elif tepemde bi yandan dalga geçmediği için (en son yemek yaptığımda Elif yemek pişene kadar demediğini bırakmayıp sonra da bayıla bayıla yemişti) abuk şeyleri çok rahat deneyebiliyorum.

Fotoğrafta görünen fileto bir köpekbalığına ait. Marketten alıp geldim ve "ne yapılır la bununla?" diyerek internete dadandım. Soya sosu, karabiber ve sarımsakta marine edip ızgara yapmak aklıma yatınca böyle bir şey çıktı ortaya. Yandaki patateslerin aslında aşağıdaki gibi olması gerekiyordu, yine de güzel oldular.


Yalnız patatesleri o yokken yaptığım için Çiğdem biraz sinirlendi sanki. Salata da marketten hazır alınmış bir şey, tabağa koymak dışında bir efor sarfetmedim.

Afiyet oldu, teşekkür ederim.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Reklamlar

Bu da aşağıdaki Heineken'in tam tersi etki yapan bir reklam. Bunun da ayrıca hastası oldum.


Let a stranger drive you home

NBA playoffları sırasında televizyonda hep denk geldiğim bir Heineken reklamı var. Çok komik, sansasyonel, dikkat çekici değil belki ama çok sıcak ve çok samimi.

Drink responsibly (ağzınızla içiniz) mesajını da güzelce veriyor.



Youtube'daki (burada engelli değil kendileri) yorumlara bakılırsa gelenlerin çoğunluğu arka koltuktaki esmer kız için gelmişler. Ben şöförün hastası oldum; acaba sorun bende mi?

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Live long and prosper


Öncelikle: beğendim.

2 saatlik bir film olmasına rağmen film bittiğinde 2 saat geçmiş gibi gelmedi. Ama bir şeyler vardı filmle ilgili kafamda. Bir tanım bulmaya çalışıyordum.

Lostgillerden JJ Abrams evirip çevirip kendi hikayesini yazıp üstüne bir de kapıyı açık bırakıp gitmiş. Filmin orijinal Star Trek hikayesinin başlamasından önce geçmesi yüzünden kimisi bu şekilde bitiyor olmasının normal olduğunu savunsa da film "to be continued" diyormuş gibi bitiyor. Ve sanırım devam edecek de.

Filmle ilgili döne döne aradığım tanımı da izledikten iki gün sonra buldum: Bir dizinin ilk bölümü gibi olmuş.

Ben öyle her yeni bölümü döne döne bekleyemem hacı. Bitsin, tüm sezonları toptan izlerim.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

1 Mayıs


En asil duygunun eylemi değil midir bu? Madem Türkiye bağırsaklarını temizliyor; hadi bakalım buraya da el atılsın.

9 Nisan 2009 Perşembe

Chicago Seemed Tired Last Night

Muzo efendiyle Cuma-Pazar arası Chicago'ya gittik, gezdik, yedik, içtik...


Daha önceki gidişimde farkettiğim bir şey var: ben Chicago'yu çok benimsemişim. Ufukta şehrin silüetini gördüğüm an ilginç bir şekilde rahat ve mutlu hissediyorum kendimi. Zaten Muzo da şahit oldu ki, Chicago'da yol tarif etme yetisine sahibim. Hancock'un tepesinde soru soran bir turiste burası Soldier Field, onun önündeki müze, Chicago Bulls'un salonu aha şurası, Wrigley Field da şu tarafta ama tam yerini bilmiyorum diyerek kendimi de şaşırttım sabah sabah.

Ayrıca bloggerlarla geziyor olmanın güzelliğini de yaşadım. Uzun uzun yazmaktansa ilgili bloggerın yazısının linkini koyacağım, benim bloguma da yakışacak şekilde :)

Muzo'dan okuyalım Chicagomuzu...

1 Nisan 2009 Çarşamba

Rehab

Günden güne baktığım zaman çok belli olmuyor büyük ihtimalle ama sanırım eskiye göre daha düzgün (ve daha çok) çalışabiliyorum.

Muzo gelmeden önce halletmeye çalıştığım işleri bitireyim diye akşamüstü yemeğimi yiyip kütüphaneye çöreklendim. Yanımda kahvem, abur cuburum, suyum, çalışmaktan sıkılırsam kitabım ve çalışmaktan kaytarırsam diye Football Manager diskiyle tam teşekküllü halde kuruldum çalışma masasına.

Ve çalıştım!

Eşyalarımı toplayıp eve yol alırken saat gece 11:15'ti. Arada insanlarla geyik, internette gezinme, Muzo'ya yol tarifi gibi şeylerle bölsem bile çalıştım!

Ve Football Manager'a bir kere olsun elim gitmedi!!

Gelişme var.


31 Mart 2009 Salı

Life In The Jungle... Yes, it is!! Yes, it is!!

Cuma günü gaza gelip Chicago yollarına düştüm akşam House of Blues'da Walter Trout izlemek için. Aslında daha önceden görüp kafaya koymuştum gideyim diye fakat gelgitler yaşadığım için bir vazgeçip bir geri dönüyordum. En son perşembe son ve kesin olarak vazgeçmiştim ki, Cuma atlayıp gittim.

Kalacak yer sorununu da tam denk gelen bir şekilde hallettim. Cuma sabahtan gidip haftasonu kalacak bir arkadaş (Onur) otel odasında fazladan bir yatak olduğunu söyleyince ben onun odasına ortak oldum; o da benim konserime ortak oldu.

Genelde kimsenin bilmediği insanlara hasta olduğum için önce bir çekindim çocuk sıkılmasın konserde diye. Ama sorun değilmiş. Neyse ki konser sonunda şöyle bir şey dedi de kendimi suçlu hissetmemi engelledi: "Ben çok uzun zamandır bu kadariyi gitar çalan birini dinlememiştim." Ne de güzel dedi. Gerçekten bambaşkaydı. Aşağıda Walter Trout biste Goin' Down çalıp herkesi gaza getirirkene:

Albüm imzalatma ve baba harikaydın eline diline kurban faslında üzerimdeki Efes Blues Festivali tişörtünü gösterip "Sizi aramızda görmek isteriz." dedim ve Ekim-Kasım civarı Avrupa'da olacağını söyleyen Walter Trout bana mail adresini verdi ve kendine mail atıp Avrupa'daki menejerinin iletişim bilgilerini vereceğini söyledi. Türkiye'ye hiç gelmemiş, ama gelmek istermiş.

Aybüke.....

Yap bi güzellik. :)

20 Mart 2009 Cuma

?

Dün Çiğdem'le (Kazı-Kazan talihlisi kendileri) konuşurken Ankara'dan İstanbul'a geldiğim seneden iki-üç yıl öncesi diye bahsettim, ve dehşetle gördüm ki bahsettiğim sene 2004 sonları, 2005 başları.

Zaman hesabı yaparken Amerika'da geçen 1 yılımı saymıyorum, 2008 Ocak'ta takvim durmuş gibi davranıyorum. Sanırım olmak istemediğim ber yerde, olmak istemediğim bir zamandayım.


İmdat?

6 Mart 2009 Cuma

Let's get Green!

Bugün Champaign'de herkes yeşil. UIUC'nin en ünlü eğlence-içme-sıçma aktivitesi nedeniyle öğle saatlerinden itibaren Green Street üzerinde yerlerde sürünen sarhoşlar görülüyor. Barlar sabah 11'den itibaren içici kabulüne başlıyor.

Geçen senekini hayatımda bir kere göreceğim zaten diyerek izlemiştim. Planlar nasıl değişebiliyor işte. İkinci Unofficial'ım olacak bugün.

Unofficial St. Patrick's Day. Harbi St. Patrick's Day gelmeden Champaign'de çakması kutlanıyor. Amaç, Cuma sabahtan Cumartesi sabaha kadar içmek dağıtmak. Green Street dolu, evler dolu; her sokakta bir parti var.


Bizim planımız ise günün rengiyle alakalı olarak Türkiye'den getirdiğim yaş üzüm rakısını açıp, mezelerimizi dizip muhabbetimizi etmek. Emre, Ayşe, Onur, Tanıl, vs. (tanımazsınız) bana gelecek, sehpanın etrafına çöküp muhabbetimizi artıracağız.

Çiğdem'e de bugün sokakta birinin üzerinde gördüğüm bir tişört üstündeki yazıyla sesleniyorum:
"Irish you were here."

Geçen seneki Unofficial yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Şerefe!

26 Şubat 2009 Perşembe

Durumlar...

Aslında olan biten var. Boş değil buraları. Her haftasonu film izlemek üzere bir araya gelmeyi kararlaştırdığımız bir sinema grubu var. Önceki hafta Milk'i izledik sinemada. Geçen hafta da Mustafa'yı izleyip Türkiye'deki tartışmaların simülasyonunu yaptık küçük örnek uzayımızda.

Daha daha...

Unofficial geliyor. Haftaya Cuma yemyeşil buralar. Unofficial ne ki diyen arşivde geçen yıl bu zamanki yazılara baksın; kalabalık değil zaten arşiv.

Toronto dedim ikinci kısmı gelmedi. Film festivali var, Niagara var halbuki oralarda. The Wrestler'a 20 dolar verip kapıdan geri dönüşüm var. Amerika'ya dönerken otobüsü kaçırışım var. Guitar Hero takıntım var. Arada Türkiye'ye gittim geldim. Hani nerde???

Hele bir şu sunumu halledeyim. Bir de şu paperları yetiştireyim. Bir de St. Louis'e eğitim vermeye gidip gelelim. Literature review yazıp bitireyim sonra. Bir de hocayla haftalık görüşmeme hazırlanayım. Bir de... Sonra da... O bitince de...

Sonra hepsini yazacağım birikmişlerin. Valla...

Kimi yiyorum?

24 Şubat 2009 Salı

I'm a legal alien...

2008 için vergi iadesi formları doldurup postalamamız gerekiyormuş. İnternette vergi formlarını doldurup vergi iadesini hesaplayan siteler varmış. Sitenin hazırladığı formun çıktısını alıp postalıyormuşsun. Ne güzel...

Pazar akşamüstü 4 kişi bir araya gelip doldurduk formlarımız. O da ne? Devlete 178 dolar borcum olduğunu söylüyor sistem.

Make checks payable to: United States Treasury

Doğrudan hazineye para vereceğim. Amerika'yı ben kurtaracağım. :)

TurboTax diye bir site varmış ve maksimum vergi iadesi garantisi veriyomuş. Bakalım...
Dedi ki 790 dolar alacağım varmış!!!

Nasıl olur? Bu değirmenin suyu nerden geliyor diye bakarken standard kesinti diye bir şey gördüm. Vergiden muaf harcamaların toplamı 5400 dolardan düşük olduğu takdirde, standard kesinti olan 5400 doları yazabiliyorsunuz ve vergilendirilmiş gelirinizden çıkarılıyor. Fakat bu nesne Hintliler dışındaki non-resident alien statüsündekiler için geçerli değil. Bu ayrıcalık da Hindistan ve Amerikan hükümetleri arasındaki bir vergi anlaşması nedeniyle böyleymiş.
Hadi standard kesintiyi çıkardım...

Dedi ki 421 dolar alacağım varmış!!

Nasıl olur? Credit Rebate diye bir şey gördüm. Geçen yıl hükümetin kriz yüzünden çıkardığı economic stimulus package'dan faydalanamamış ve devletten gelen parayı alamamış kişiler bu nesneden faydalanabiliyor. Yaratıklar dışında tabi yine. Hadi onu da düştük güzelcene...

Dedi ki "You owe money!!!"

Alacağın olsun Sam Amca.

Yardımlarınız için: make checks payable to Huseyin Can Unen